12 Kasım 2009 Perşembe

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENiN!

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.

İki ucu keskin bıçaktır bu işin...

Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman...

Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır.

Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak İçin uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?

Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun. Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana...

Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası...

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. "Yürek sesi ne?" bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu...

Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...



MEHMET COŞKUNDENİZ, Aşk Doktoru, Gazeteci, Yazar

Atatürkçülük bu mu?

Başkası anlatsa inanmakta zorlanırdım ama kendim izledim.

CHP Grup Başkanvekili şöyle diyordu dünkü Meclis oturumunda.

“Sabah tıraş olurken TRT 3’ü dinliyordum, spiker yayına keyifli bir sabah dileyerek başladı... Böyle bir günde keyifli sabah olur mu?”

“Böyle bir gün” dediği Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün yetmiş birinci ölüm yıldönümü olan 10 Kasım günüydü.

Bu milletvekili “sol” bir geçmişi olan, araştırmalar yapmış, kitaplar yazmış biri.

Bir klasik müzik kanalının spikerinin dinleyicilerine “keyifli” bir sabah dilemesini kınıyor çünkü 10 Kasımlarda hep birlikte acı çekmesi gerekiyor bu ülkenin.

Her 10 Kasım gününü donduracağız hayatımızda, o gün gülmeyeceğiz, eğlenmeyeceğiz, sevişmeyeceğiz, fıkra anlatmayacağız, şaka yapmayacağız, bir müzik parçasını “keyifle” dinlemeyeceğiz.

Muhalefet partisinin halkına önerdiği bu.

Bunun, hayatta bir karşılığı var mı?

İnsanlar gerçekten bir ölümün 71. yıldönümünde, o ölümün ilk günündeki acıyı aynen duyarak yaşayabilirler mi?

Yeryüzünde, “tarihî” bir liderinin ölümünün 71. yıldönümünde “yas” tutan bir ülke biliyor musunuz?

Ben böyle bir ülke bilmiyorum, bilen varsa bana söylesin.

Böyle bir şey sadece Türkiye’de yaşanıyorsa, bunun bir nedeni olmalı.

İngilizleri ülkesinden savaşarak çıkaran ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk başkanı olan General Washington’ın Amerikan tarihindeki önemi Atatürk’ün Türkiye tarihindeki öneminden az mıdır?

Azsa, niye az?

Az değilse, niye Amerikalılar ölüm yıldönümlerinde “yas” tutmuyorlar da bize “keyifli” müzik dinlemek bile yasak oluyor?

Amerikalılar çok mu nankör?

Sanırım fark, bu liderlerin tarihteki önemlerinin farklılığından kaynaklanmıyor.

Fark, bu liderlerin “geçmişteki” değil “bugünkü” öneminden doğuyor.

Amerika’da hiç kimse Washington’ı “bugünkü” siyasi tartışmalarda “kendi görüşünü” savunmak için kullanmaz ama Türkiye’de bir kısım insan “kendi görüşlerini” Atatürk’ün arkasına saklanarak savunmak ister.

Atatürk’ü “tarihî bir lider” kimliğinden çıkarır, onu günlük bir politikanın bir parçası haline getirir.

Ama bunu yaparken bir şeyi unutur.

Siyaset, tartışmak demektir, Atatürk’ü “günlük siyasetin” parçası haline getirdiğinizde onu da günlük tartışmaların bir parçası yaparsınız.

Ya da hem Atatürk’ü siyasete sokar hem de onun “tartışılmasını” yasaklamaya çalışırsınız.

O zaman, Atatürk’ü “tabulaştırmak”, “insanüstü” bir varlık haline getirmek, ona neredeyse “kutsal biri” muamelesi yapmak zorunda kalırsınız.

Atatürk, “kutsal” biri mi?

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyen birini beğeniyorsanız, seviyorsanız, onun çok önemli olduğuna inanıyorsanız, onun düşüncelerini kendinize “mihmandar” seçiyorsanız, “ilimin en hakiki yol gösterici” olduğuna da inanmak zorundasınız.

İlimde, “kutsallığın” yeri var mı?

Atatürk’ü “kutsallaştırmaya” çalışanlar ya onun ne dediğini bilmiyorlar ya da ciddi bir çarpıtmayla onu kendilerine siyasi bir kalkan yapmaya uğraşıyorlar.

Ben, ikincisinin daha muhtemel olduğunu düşünüyorum.

Asla Atatürk’e “ilimin” ışığında bakmıyorlar.

Çünkü Atatürk, kendi “fikirlerinin” yetmediği noktada onlara “destek” olacak, onları eleştirilerden koruyacak “kutsal” bir muska onlar için.

Parlamento’da, Kürt açılımının ya da demokratik açılımın Atatürk’ün ölüm yıldönümünde konuşulamayacağını söyledi muhalefet partileri.

Neyi Atatürk’e saygısızlık olarak gördüler?

Yirmi beş yıllık savaşı bitirecek olan “Kürt açılımı” acaba “yurtta sulh” ilkesine hangi noktada aykırı?

Ben Atatürkçü değilim, onun zamanında yaşamış olsaydım herhalde onu ve arkadaşlarını değil, “demokrasi” isteyen grubun fikirlerini kendime yakın bulurdum.

Ama Atatürk’ün “tarihî bir lider” olarak gereken saygıyı görmesini, tarihî gerçekler ışığında değerlendirilmesini, hatalarının belli bir saygı çerçevesinde tartışılmasını isterim.

Türkiye’yi acı çekmekten kurtaracak çok önemli bir “barış açılımını” Atatürk’ün adıyla engellemeye çalışmak bana pek “saygılı” bir davranış gibi gözükmüyor.

Eğer “barış” konusunda fikirleriniz varsa söyleyin hep birlikte dinleyelim ama kendi fikirsizliğinize onu alet etmeyin bence.

Siz onun adını böyle kullandığınızda Atatürk’ü, hiçbir fikri olmayan, her değişime karşı çıkan, saçma sapan demagojilerle vakit geçiren bir insan grubuyla “özdeşleştirmeye” kalkıyorsunuz.

Unutmayın ki adının arkasına saklanmaya çalıştığınız insanın pek çok hatası vardı ama hiçbir zaman sizinki gibi çaresiz bir ucuzluğun adamı olmadı, fikirlerini söylerken kimsenin arkasına saklanmadı.

Kendi fikrini kendisi gibi söyledi.

Ahmet Altan - Kum Saati - TARAF GAZETESİ - 11/11/2009