21 Haziran 2007 Perşembe

Başlık, Okuyanın Kendisine Aittir

Hayat, maalesef bizleri beklenmedik sürprizlerle karşı karşıya bırakıyor çoğu kez. Bu en beklenmedik anlarda en çok sarıldığımız şeylerin başında sanırım anılarımız geliyor. Çoğu insana göre onları ayakta tutan yegane güzel şeyler, hatıralarıdır. Biliriz aslında onların bizleri bir yerlere getirmediğini. Biliriz aslında onların bizlerin yerinde saymamıza neden olduklarını. Biliriz aslında kendimize ve hayatımızda yer verdiğimiz insanlara zararlarının dokunduklarını. Ama yine de vazgeçmek mümkün olmakla birlikte arzulanan durum, güçlü bir irade ister. Güzel günlerin içinde özgür balıklar gibi yüzmedikten sonra onlardan beri durmak çoğu insan için anlamsızdır, aslında vazgeçmemenin daha da anlamsız olduğunu bildikleri halde.

Hayat, ne kadar acımasız olursa olsun yine de şükredilesi yanlarını bizlerden esirgemez. Ancak bunu görebilmek ve fark edebilmek, röntgensi gözlerin işidir. Ultraviyole ışınlarını fark etmeyen gözlerin bunları görebilmesi, içinde bulunduğumuz şartlarda o ışınları görmekten sanırım daha da müstevli bir durum arz etmektedir.

Yüce yaratıcı, gören gözler için kainatta bir çok ayetler inkişaf ettirmiştir. Ama her nedense bunları ya görmezlikten geliyoruz ya da işimize gelmediği için görmemek daha da işimize geliyor. Zira gören göz olmak zordur, zira gören göz olmak irade ister, zira gören göz olmak beraberinde çoğu kez acıyı da getirir. Netice olarak korkaklığımızı içimizde saklayarak ve belli etmeden kaçarız. Gerçeklerin ardına sığınarak gerçeklerden de kaçarız. Kendimize bile itiraf edemediğimiz o kadar karmaşık duygular yaşarız ki, kendimize bile itiraf edemediklerimizi karşımızdakinin fark etmesi bizi incitir, buhrandan buhrana sürükler.

Anlattıklarıma ilişkin nasıl bir tavır belirlediğimiz ve hayata karşı nasıl bir pozisyon almamız gerektiği sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda aslında yapılabilecekler çok basit olmasına rağmen hepimizin duygu ve düşünce dünyaları birbirinden farklı olduğu için yapılması gerekenler ile alınması gereken pozisyon pek farklılık arz eder. Hiç kimse; hiç kimse değildir ama aslında herkes; herkestir. Ortak paydalarda birleşmek kolay değildir, zira hiç kimse, hiç kimse değildir. Aslında ortak bir paydada birleşmek zor değildir, zira hayatın gün geçtikçe ahtapotlaştığı bir dönemde herkes aynı zorluklar içinde yüzdüğü ve herkes aynı okyanusta yaşam mücadelesi verdiği için herkes, herkestir.

Karşımıza çıkan en büyük sorunlardan biri entellektüel bakış açısına sahip insanların, bireysel varlık alanı zemininde hak ettikleri yeri bulamamaları düşüncesidir. İşte bu düşünce yüzünden çoğu hayat, hayattan beklediği zevkleri alamadan ve kendilerince beklenti içerisinde oldukları argümanları kazanamadan bu dünyadan göçüp gider. Fakat ilginç olan şudur ki, beklentilerinin hiçbir zaman tam olarak karşılanamayacağını da bilirler. Hayatın ahtapotluğu karşısında küçük bir balık olmanın verdiği zorluklar, onları yıpratır ama yine de yeniliklere karşı kapılarını açmama konusunda sağlam (ama sağlam olmayan) iradelerini konuşturup pes etmezler. Elbette olması gereken de belki de bu olmakla birlikte gerçekler karşısında almaları gereken pozisyonun tayinini tam olarak saptayamadıkları için üstesinden gelemedikleri zorluklar karşısında en basit olanı yaparlar; hatıralarla avunurlar, geçmişi içlerine öylesine çekerler ki, geleceğe dair kendilerinde umut bırakmazlar.

Hayat, hepimizin de bildiği gibi üç parçadan oluşur; geçmiş, yaşanan ve gelecek. İnsan denilen varlığın bu kavramlara bakış açısı son derece farklıdır ve bu da son derece doğaldır. Bu kavramlar karşısında ortak bir paydada buluşmak neredeyse imkansızdır. Kimileri içinde bulundukları anı, geçmişe göre değerlendirip gelecek konusunda umutsuz ve dramatik bir filmin seyrine dalarlar. Kimileri de hem geçmişi hem de içinde bulundukları anı, kuşbakışı izleme olanağı bulabilecekleri bir yere tüneyip durum değerlendirmesini ona göre yaparlar. Tabi bu durum da, beraberinde gelecek konusunda daha iyimser ya da gerçekçi bir bakış açısıyla kötümser tablonun daha da netlik kazanmasına yardımcı olur. Öte yandan sadece gelecek konusunda değerlendirme yaparak gününü geçiren insanlar da azımsanmayacak orandadır. Bana göre bu tür insanlar, sadece günübirlik yaşayan insanlardır ve neredeyse hayatın hiçbir noktasında da bekledikleri argümanları kazanamazlar ama kendilerince kazanırlar. En azından içinde bulundukları anın zevkini, doruklarında yaşarlar fakat hayatın sillesini yüzlerinde hissettikleri zaman da onlar kadar hayal kırıklığı yaşayanına az rastlarsınız.

Önemle üzerinde durmak istediğim nokta şudur; elbette tespit yapmak kolay ve zahmetsiz bir iştir. Pozisyonumuzun nasıl olacağını belirleme noktasında kimse, kimse ile aynı düşünce zemin ve ekseninde dolaşmadığı için bu durumda aydınlanması gereken noktaların tayinini herkes kendi hayat felsefesine göre belirleyecektir. Nihayetinde aynı ailenin bireyleri bile birbirleri ile aynı derecede düşünmez ve düşünmeleri de beklenemez. Kim ne derse desin hepimiz kaderin bizlere biçtiği rolleri oynama dışında bir fiille uğraşmıyoruz. Ama her nedense hepimiz bunun idrakinde olmamıza rağmen kimsecikler de hayat denilen senaryo için çekilen filmin oskar ödülünü hak etmesi için üzerine düşen vazifesini yapma iradesini taşımıyor. Mutlak hedef, senaryonun baş aktörü ya da aktristi olmak olduğu için çatışmaların kaçınılmaz olduğu bir dünyada yaşıyoruz. En iyi yardımcı erkek ya da kadın ödülünü almak istemiyoruz ve en ilginç olanı da bu durumu kendimize yediremiyoruz, hak ettiğimizden daha az olanına layık görüldüğümüzü düşünüyoruz. Yüce yaratıcı, elbette her cana hak ettiğini bahşedecektir. Bu hak edişin ne zaman olacağı belli olmaz. Belki bu dünyada belki de mahşeri kebirde, kim bilir? Büyük şairlerden Mehmet Akif Ersoy’un deyişiyle: “Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın!”